Gebelik, öncesi, sonrası ve doğum

Fransız psikolog Marc Frechet der ki; bir canlı  ya da nesne, beden bulmadan önce yaratıcısı tarafından onun için hazırlanmış olan programa uyum sağlar. Beden bulmaya başladığında da o programa bağlı olan amacı yaşar. Yani canlının ya da nesnenin beden bulmuş hali, o canlıya yüklenen programın bir açıklamasıdır aslında. Yaşamı boyunca döngüler halinde tekrar tekrar yaşar canlı /nesne ona yüklenen bu programı. Sürekli değişmeyen aynı davranış kalıplarının içine düşer, nedenini bilmeden, defalarca ve defalarca. Ta ki yüklenen o programı keşfedip, bilinç üstüne çıkarmayı başarana dek. Bu muhteşem teori yeryüzünde ki canlı cansız herşey için geçerlidir.

Bunu olabilecek en basit haliyle gelin şöyle açıklayalım:

Bir sandalye yapmak istiyorum. Ama diyorum ki,  sağlam olması çokta önemli değil. İdareten bahçede dursun yeter. Gerekirse kullanırım. Onun beden bulmadan önce ki halini kafamda planlıyorum aslında, belki de farkında bile olmadan.

“İdareten”, “gerekirse kullanırım”... Neler yükledim bakın ona daha var olmadan değil mi?

Sonra onu yapmaya başlıyorum. Tutkal olmasa da olur, bir çivi tutar. Ahşabı cilalamaya gerek yok. Yaptım bitti. Burada niyet aslında tamamen ihtiyaca yönelik. Çok net ve temiz.

Peki ya sandalye? O sandalye, yüklendiği tüm bu programla ona aktarılanın ötesine, yani  idareten yapılmış bir sandalye olmanın ötesine geçebilir mi? Maalesef geçemez. Ta ki ne zamana dek; yaratıcısı olarak ben, ona yüklediğim programı değiştirebileceğim farkındalığına varana dek . Eğer bir canlıysam, kendim bilmediğim tüm bu hikayeleri farkındalığıma çıkararak düzeltebilme şansım olduğunu anlayana dek.

Aynı durum sandalyeyi  yapmadan önce, sandalyenin ne kadar muhteşem olmasını isteyeceğim duygular içinde geçerli tabii ki. Yapımı süresince, yaratıcısının üzerinde taşıdığı stresler, anlık şoklar, negatif ya da pozitif duyguların tümü artık o sandalyenin amacı. Hayvanlar içinde insanlar içinde değişmez bir ilkedir bu. Hayatın ta kendisi, döngüsüdür.

İngiliz psikolog ve psikiyatrist John Bowlby’nin “Bağlanma Teorisi”ne bir bakalım. Bowlby’e göre bebeğe  bakan kişi, bebeğe, sevgisiyle  korunma ve güvenlik sağlamalıdır. Bu onun hayatta kalma şansını arttırır. Bowlby için araştırmalarının sonucu çok nettir. BEBEK ANNEYLE İLETİŞİM KURAMADIĞINDA KENDİSİYLE DE İLETİŞİM KURAMAZ. İlerleyen yaşlarında kendini ifade edemez, sosyal ilişkilerinde zorlanır. Kısacası kendi bedeninde kapana sıkışır. Öz, anneden gelmektedir. Onunla kurulamayan iletişim, başkalarıyla nasıl kurulabilir.

1960’lı yıllarda psikologlar bebeklerin annelerine olan düşkünlüklerinin ardında yatan nedenin besin sağladıkları için olduğuna inanıyorlardı.   Harry Harlow, bu düşünceye karşı gelerek, insan genlerinin yüzde 95’ini taşıyan rhesus maymunlarıyla bir deney yaptı ve bu deneyle bebeklerin annelerine besin için değil öncelikli olarak yumuşak ve sıcak bedenleri için bağlandıklarını ispat etti. İşte bu yüzdendir ki bir annenin kucağı, bebeğini tutuş biçimi, tutarken emzirirken ona verdiği enerji ve düşünceleri, o bebeğin hissetme, kendi benliğiyle iletişim kurma  becerisinin, dokunma duyusunun,  güveninin pekiştiği yerdir.

 Son olarak Dr. Geerd Hamer ve ardından Dr. Sabbah araştırmaları ve buluşlarıyla bir çığır açar ve hastalıklarında bir amaca hizmet ettiğini ispat eder. Sadece hastalıklarımızın değil açıklayamadığımız davranışsal bozukluklarımızın dahi iyileşebilme yolunu gösterir, bu da cevabı nerede aramamız gerektiğini bilmekten geçer. İşte bu yollardan biri de anne karnıdır. Bebeklerimizi dünyaya getirme isteği sürecimizde (bebek sahibi olmayı hiç düşünmüyor olmakta bir programlamadır), gebelikte, doğumda ve doğum sonrası ilk bir yılda, anne baba olarak ne çeşit duygusal streslere maruz bırakılıyorsak, bu duyguların çoğu bebeğin bilinçsiz olarak bedenine aldığı, ve ömür boyu sırtında taşıyıp, çözmeye çalıştığı, neden yaşadığını anlayamadığı duygusal streslere dönüşmektedir. Karanlıktan korkmalar, anlamsız yoğun sınav stresleri, güvensizlik, dikkat bozukluğu, cilt hastalıkları, kendini ifade edememe, göz hastalıkları, kanserler, tümörler, kalp hastalıkları, kilo alımı ve aklınıza gelebilecek daha nicelerinin sırrı ve büyük bir kısmının çözümü, hücrelerimize kadar işleyen o 30 ayın altında yatar (hamilelik öncesi 9 ay, hamilelik, doğum, ilk bir senemiz). Yaşam boyu benzer tetikleyiciler ortaya çıktığında yüzeye çıkar ve çözümlenmeyi bekler bu stresler. Çözemedikçe de durmadan tekrar eder, ya da nesiller boyu aktarılıp gider. İşte o sebepledir ki sevgili hocam Gilbert Renaud der ki ; SIRLARIMIZ KADAR HASTAYIZ...

Yukarıda isimlerini verdiğim her bir doktorun, eğitimcinin, duayenin  insanlığa sunduğu eşsiz buluşlar, ilkelerdir bunlar.

Peki bize ne düşer?

Sevgili anneler,

Evlatlarınıza anlatın, onlar için yazın. Beyin, sizi üzen hiçbir travmayı, bilgiyi detayıyla, o an ki hissettiğiniz gerçek duygusuyla hafızanızda tutmaz, bilinçaltına atar. Çünkü o duygudur sizi yiyip bitiren, yaşamınızı tehlikeye atan. Bilinçaltına atıldıkça, çözümleyemedikçe çıkar yine karşımıza ya da evlatlarımızın karşısına. Yazın ki okusun evlatlarınız, anlatın ki duysun çocuklarımız, onların taşıması gereken yükler değil, bizim sorunlarımız bunlar. Bilemiyorlar ki küçücük bir bebekken bedenlerimizin ayrı olduğunu. Öfkelerimiz öfkeleri, güvensizliğimiz güvensizlikleri oluyor. Bildiklerinde  açılıyor yolları, öğrendiklerinde temizleniyor ruhları. Işıkları olun onların, özlerinin ne kadar temiz berrak olduğunu hatırlatın onlara. Kendinizi yargılamadan, suçlamadan, değersizleştirmeden anlatın.

Ne demiştik hayatın döngüsü bu. Ailelerimizden bize, bizden evlatlarımıza, evlatlarımızdan da onların çocuklarına. Böyle bir döngüde barınamaz ve barınmamalı suç ya da suçlama. Unutmayın ki bu stresler olmadan hepimizin özü bir, pürüssüz, tertemiz, becerebileceklerimiz aslında sonsuz limitsiz. O sonsuza ulaşabilmek için, gerçekten kapasitenizi görebilmek için maruz kaldıklarınızın kurbanı değil, yaşamınızın mimarı olun, evlatlarınızın cevabı olun. Paylaşın, saklamayın, utanmayın. Ne demiştik; suç yok, suçlama yok, kurban yok.

Her zaman, sevgiyle...

 

 

 

Next
Next

Kanser Denince